GİRİŞ

1960'lara gelene kadar 1800'lerin ortalarından itibaren Klasik, Neoklasik ve daha sonra da Modern Organizasyon teorilerine bir geçiş olarak Sistem Yaklaşımı, yönetim politikalarında etkin olmuş, yöneticilere ve araştırmacılara yol göstermiştir.

Ancak 60-70'li yıllara gelindiğinde Sistem Yaklaşımı da dahil olmak üzere bu teoriler yetmemeye, bazı noktalarda tıkanmaya başladılar. Çünkü yaşanılan dünya büyük ölçüde değişmiş, genel olarak durağan ve kapalı özellikler gösteren çevre koşulları daha büyük bir hızla hareket etmeye ve organizasyonları etkilemeye başlamıştır. 2. Dünya Savaşından sonra geçen zamanla birlikte ülke ekonomileri toparlanmaya, teknolojide büyük değişim ve gelişmeler yaşanmaya ve dünya bugünkü küreselleşme denilen aşamaya doğru hızla ilerlemeye başlamıştır. Dolayısıyla organizasyonlar çok büyük bir hızla değişen çevresel ve teknolojik gelişmelere ve farklı çevre koşullarına uyum gösterme zorunluluğunu hissetmişlerdir.

Hatırlanacağı gibi Klasik Yaklaşımın üzerinde önemle durduğu üç ana konu olmuştur: etkinlik, genel ilkeler ve en iyi örgütsel yapı konuları ayrıntıları ile alınmıştır. Böylece bu üç konu ile ilgili olarak geliştirilen ve her yerde geçerli (üniversal) yönetim ve organizasyon ilkelerinin uygulanması ile en iyi organizasyon yapısını kurmak ve işletmek mümkün olacaktır.

Öte yandan Neoklasik Yaklaşım da Klasik Yaklaşımın özellikle insani boyuttaki eksiklerini tamamlayarak yine "en iyi organizasyon yapısı"nı ifade etmeye çalışmıştır.

Sistem Yaklaşımı ise yerini 60'ların sonlarından itibaren "Durumsallık" ya da "Koşul Bağımlılık" denilen teoriye bırakmıştır. Çünkü Sistem Yaklaşımı soyut kavramlara dayanmış ve genel şeyler söylemiş olduğundan çeşitli düşünürler yönetim görüşlerinin yarattığı kargaşadan kurtulamamışlar, bu nedenle de Sistem Yaklaşımı yetersiz kalmıştır. Sistem Yaklaşımının esas amacı, kantitatif yaklaşımlarla sonuç alınamayan konulara tüm bilim dallarının etkilerini kapsayan genel formüller geliştirme ve kolay anlaşılır ortak noktalar bulmaktır. 70'lerden itibaren uygulamada karşılaşılan güçlükler ve somut olarak var olan güç ve baskılardan hareket eden durumsallık kavramı gelişmeye başlamıştır. Bu yaklaşımla örgütlerin karşılaştıkları sorunlara sadece klasik kuramların katı kuralları ve varsayımları ile veyahut da Sistem yaklaşımlarının genel ve soyut ilkeleri ile çözüm aranmaktan vazgeçildiği görülmektedir.

"İlkeleri ve en iyi organizasyon yapısını esas alan yukarıdaki yaklaşımların üniversal ve öngörücü bir nitelik taşımalarına karşılık, Durumsallık Yaklaşımı durumlarla ilgilidir ve öngörücü bir nitelik taşımamaktadır."

Yani organizasyon dış çevre koşullarına göre değişiklikler gösteren bir bağımlı değişkendir. İşte teknoloji burada karşımıza çıkmaktadır. Teknolojik değişme ve gelişmelerin toplum yaşamında çok önemli bir yer tuttuğu açıktır. Organizasyonlarda da başarmak istenen iş ve bunun için kullanılacak olan teknoloji oldukça etkili bir faktördür ve yapının belirlenmesinde önemli bir etkendir. Durumsallık Yaklaşımına temel oluşturan araştırmalarda da özellikle teknoloji-organizasyon yapısı ve teknoloji-organizasyon büyüklüğü ilişkileri ve etkileşimi oldukça fazla yer tutmuştur.

Biz, aşağıdaki bölümlerde önce Durumsallık Yaklaşımının genel tanımını ve ilkelerini verdikten sonra, organizasyon ve teknoloji ilişkileri konusunda yapılmış araştırmaları inceleyerek, bu konuda ileri sürülmüş çeşitli görüşleri ortaya koymaya çalışacağız.

DURUMSALLIK YAKLAŞIMI

TANIM

Durumsallık Yaklaşımı en kısa şekilde şöyle tanımlanabilir:

  1. Organizasyonlarda tek bir en iyi yol yoktur.
  2. Organizasyonda kullanılan her bir yolun etki ve verimliliği farklıdır.

3- Organizasyonun oluşturulması, içinde bulunduğu çevre koşullarına bağlıdır.

1950'lerin sonları ile 1960'larda organizasyon konularına pek alışılmadık bir pencereden bakılmaya başlanmış ve önceki yaklaşımlarda genel ilke olan "tek bir en iyi organizasyon yapısı oluşturmak" fikri kırılarak her şeyin "koşullara bağlı" olduğu fikri ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak da organizasyon yapısı ve örgütsel davranış ile çevre koşulları, teknoloji ve büyüklük arasındaki ilişkiler yoğun bir şekilde araştırılmaya başlanmıştır. "Durumsallık Yaklaşımı bir organizasyon yapısını karakterize eden belli başlı boyutlarla, organizasyonun içinde bulunduğu durum ve koşullar arasındaki ilişkileri araştırmaktadır."

"Durumsallık Yaklaşımı, Sistem kavramının önemli bir yönünü teşkil etmektedir. Buna göre, modern teori, otorite, liderlik, değişme vb. gibi "organizasyonlarda davranış" konularına mutlak ve basit değişkenler olarak değil, çeşitli durumlara, işin, görevin, teknolojinin, kültürel ve sosyo-politik çevrenin bir fonksiyonu, diğer bir deyişle bir çok değişkenin sonucu olarak bakmaktadır."

"Durumsallık Yaklaşımı" terimi ilk defa 1967 yılında çevre koşullarındaki belirsizlik ve değişkenliklerin organizasyonlara olan etkilerini tartışan Paul Lawrence ve Jay Lorsch tarafından kullanılmıştır.

Bu konuda çeşitli araştırmalar yapmış ve organizasyonlar ile çevre boyutlarının ilişkilerini irdelemiş en önemli araştırmacılar:

Konumuz açısından özellikle teknoloji-organizasyon ilişkileri üstünde durmuş olan Woodward, Aston Grubu, Perrow ve Thompson oldukça önemlidir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Durumsallık Teorisi çevrenin çeşitli boyutlarının örgütün belirli ögeleri üzerinde belirleyici olduğunu kabul etmektedir.

Her organizasyon çeşitli çevresel ve içsel faktörlerin etkisi altında faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla içinde bulunduğu çevresel koşulların özelliklerine göre organizasyonun yönetim biçimi ve yapısı etkilenecek, her örgüt farklı etkileşim ve ilişkilerle bu ihtiyaca cevap verecektir. Şu halde, en iyi denebilecek bir örgüt tipi, yönetim şekli, kural ve politika yoktur. Çevresel koşullara ve örgütün durumuna göre araştırma ve inceleme yapıp, en etkin sistem oluşturulmalıdır.

Görüldüğü gibi Durumsallık Yaklaşımı önceki teorileri tümüyle dışlamamaktadır. Tam aksine, onları gerekli durumlarda kullanılabilecek uygun bir çerçeve içine koyarak daha etkin bir hale getirmektedir. Örneğin, belirli şartlarda klasik yönetim tarzı ve otokratik önderlik uygun düşerken, başka koşullarda demokratik yönetim şekilleri düşünülebilir.

Durumsallık Yaklaşımının temel amacı yöneticilere organizasyon yapısı içinde başarıya ulaşmada muhtemel stratejileri önermektir. Yöneticiler açısından özellikle Durumsallık Yaklaşımının tercih edilmesinin bir çok nedeni bulunmaktadır. Öncelikle "en iyi tek yol" tercih edildiğinde belirli sorunlara aynı cevaplar alınmakta ve başarıya ulaşmada küçük adımlar atılmaktadır. Ayrıca farklı koşullarda önceden belirlenmiş kati yaklaşımların uygulanması durumunda iyi sonuçlar alınamamaktadır. Durumsallıkta tek bir plan ya da model yoktur. Amaca uygun değişkenler belirlenir ve bunlar içinden organizasyon için, içinde bulunulan dönem ve çevre koşulları dikkate alınarak en uygun karar verilir. Başka bir deyişle bu yaklaşımın temel dayanak noktası farklı yapısal biçimlerin farklı durumlar için uygun olduğudur. Bu nedenle Durumsallık Yaklaşımı yöneticilerin önce genel durumları gözden geçirdikten sonra organizasyon için en uygun olanını seçip, organizasyonu bu doğrultuda düzenlemelerini önermektedir.

DURUMSALLIK YAKLAŞIMININ SİSTEM YAKLAŞIMI

İLE İLİŞKİSİ

Durumsallık yaklaşımının bir özelliği de doğası gereği, organizasyonu bir sistem olarak ele almasıdır.

"Durumsallık Yaklaşımı, alt sistemler anlamında organizasyon ve çevresi arasındaki karşılıklı ilişkileri anlamaya ve bu ilişkilerin niteliklerini ve çeşitlerini tanımlamaya çalışır. Organizasyonun çok değişkenli doğasını vurgular ve organizasyonların değişik durumlar ve spesifik koşullar altında nasıl faaliyet gösterdiklerini anlamaya çabalar."

Başka bir deyişle bir yandan organizasyon içindeki alt sistemlerin kendi aralarındaki ilişkilerle, diğer yandan da bu alt sistemlerin dış çevredeki çeşitli faktörlerle ilişkisini irdelemektedir.

Organizasyon içindeki değişik alt sistemler değişik dışsal taleplere göğüs germek durumundadırlar. Bu değişken çevrenin üstesinden gelebilmek için organizasyon değişik yapısal niteliklere sahip özelleşmiş alt sistemler yaratmalıdır.

Araştırmacılar örgütsel alt sistemlerin, çevredeki sosyal, politik ve ekonomik sistemlerle nasıl bir ilişkide olduğunu anlama gerekliliğini açıkça vurgulamışlardır.

Organizasyonun sürekli etkilendiği içsel ve dışsal unsurları aşağıdaki gibi bir şekilde gösterebiliriz. Bu şekilden çıkabilecek en önemli sonuç içsel ve dışsal faktörlerin her kombinasyonu için belirli bir organizasyon yapısının uygun olduğudur.

 

 

 

 

 

Dışsal Faktörler: Müşteriler Pazar Koşulları Rekabet Devlet Müdahalesi

 



ORGANİZASYON YAPISI

 

 

İçsel Faktörler: Yapılacak İş Personelin Niteliği Kullanılan Teknoloji Amaçlar

İçsel faktörler arasında önderlik, haberleşme, motivasyon bilgi akış sistemi vb. gibi faktörleri de sayabiliriz. İşte Durumsallık Yaklaşımı, içinde bulunulan durum ve koşulların bu faktörleri ve süreçleri nasıl etkileyeceğini araştırır. Başka bir deyişle durum ve koşullara göre bu unsurlara verilecek şekil farklı olacaktır. Durumsallık Yaklaşımını önceki teorilerden ayıran en önemli farklılık buradadır.

GENEL İLKELER

Şu halde Durumsallık Yaklaşımı dendiğinde, yönetim ve organizasyonda, her yerde geçerli evrensel ilkelerin olmadığını anlıyoruz.

Her yönetim ve organizasyon olayını

1-İşletmenin kendi koşulları,

2-İşletmenin çevresel koşullar ve unsurlarla ilişkisi,

3-Kullandığı teknolojinin özellikleri,

4-Kullandığı personelin sosyo-kültürel özellikleri

ile birlikte ele almak ve sorunlara çözüm aramak gerekir.

Organizasyon yapısı ve süreçlerini etkileyen en önemli durum ve koşulların neler olduğu ve bunların organizasyonları nasıl ve ne ölçüde etkilediği bu konuda yapılan araştırmaların temelini oluşturmuştur. Bu aşamada en önemli değişkenler olarak "teknoloji" ve "çevre" ele alınmış, ve özellikle de organizasyonun "büyüklük" ve "yapı" faktörleri üzerindeki etkileri araştırılmıştır.

Sonuç olarak Durumsallık Yaklaşımının ilkeleri şu şekilde özetlenebilir:

Durumsallık Yaklaşımını genel tanımı ve ilkeleri bazında açıkladıktan sonra, yapılan araştırmaların en temel konularından biri olan organizasyon-teknoloji ilişkisine geçebiliriz. Teknoloji pek çok araştırmacı tarafından organizasyon yapısını belirleyen en temel faktör olarak tanımlanmış ve araştırılmıştır. Ancak bu konuda çelişkili görüşler vardır ve Durumsallık Yaklaşımını oluşturan teorisyenler tarafından yoğun olarak tartışılmıştır.

ORGANİZASYON VE TEKNOLOJİ

Bilimsel Yönetim teorisi, görevlerin (işlerin) yerine getirilmesinde kullanılan tekniklerin geliştirilmesi için yapılan çalışmalarla karakterize olmuştu. Daha sonraları, işin sıralaması ve akışı önem kazandı. Temel konu çalışma tekniklerinin geliştirilmesiydi. Bireyler ve gruplar gibi sosyal faktörler varolan teknolojiye uyarlandı. Daha sonra bazı sosyal bilimciler organizasyon içindeki sosyal yapının önemini farkettiler. Bu keşifle birlikte İnsan İlişkileri Yaklaşımının gelişmesi geldi. Bu defa vurgu, bir sosyal grup üyesi olarak organizasyonda faaliyet gösteren insanın üstündeydi ve pek çok araştırmacı için teknoloji bu resmin dışına itildi. 1950'lerde teknoloji sosyal organizasyon çalışmalarında önemli bir değişken olarak yeniden dirildi.

"Erken Dönem" olarak adlandırılan bu süreçte, özellikle Trist ve Bamforth tarafından yapılan kömür madeni araştırmasını, ayrıca da Chapple, Sayles, Walker ve Guest gibi bazı bilimadamlarını sayabiliriz. Örneğin Sayles, insan ilişkileri yaklaşımına farklı bir bakış açısı getirerek, çalışma gruplarının, kendi yöntem ve süreçlerinden çok teknolojik değişmelerden etkilendiklerini söylemiştir.

Bu çalışmaların "Erken Dönem" olarak adlandırılmasının nedeni, ancak 1960 ortalarında Joan Woodward tarafından yapılan araştırmalarla teknolojinin örgütsel yapının belirlenmesinde bir "zorunluluk" olarak ifade edilmesidir.

Teknoloji Nedir?

Organizasyonun kullandığı, materyal, bilgi, enerji, ve sermaye gibi girdileri, ürün ve hizmet gibi çıktılara dönüştüren tekniklere ve işlemlere teknoloji diyoruz.

Başka bir deyişle teknolojiyi, inputları output'a çevirmeye yarayan araçlar topluluğu olarak tanımlamak mümkündür. Bu araçlar fiziksel (makina, teçhizat, donanım vs.) olabileceği gibi fikirsel de (programlar, kavramlar vs.) olabilir. Örneğin, bir imalat işletmesi her iki tür aracı da kullanırken, bir danışmanlık firması daha çok ikinci tür araca ihtiyaç duyacaktır. Kısacası bir organizasyon, ister bir muhasebe firması olsun, ister turizm acentası veya bir gazete olsun, mutlaka ortaya çıkaracağı ürün veya hizmetin üretimi için belli düzeylerde teknoloji kullanacaktır.

Bilindiği gibi organizasyonun en temel amacı bir "ürün" ortaya çıkarmaktır ve teknoloji de bu amaca ulaşmada kullanılan araçlardır. Dolayısıyla, organizasyonların üretim ve dağıtımda kullandıkları teknik sistem, onların doğal yapısını önemli derecede etkileyecektir. Teknoloji bu yapı içindeki hammaddenin mamul madde haline getirilmesini sağlar. Bu nedenle, teknoloji hem üretim fikrinin oluşumunda hem de üretimde önemli rol oynar.

Açık olan bir şey var ki o da faaliyetlerin tümü; araba, bilgisayar, ayakkabı üretimi, müşteri hizmetleri vb. hepsi teknolojiyi gerektirmektedir. Ama esas olarak bir şekilde teknoloji kullanımında bütün organizasyonlar ortaklaşmalarına rağmen, hangi teknolojiyi nasıl kullandıkları ve bunların kombinasyonlarında farklılaşırlar. Örgütsel yaşamın temel gerçekleri, teknolojiyi, organizasyon analizlerinin önemli değişkenlerinden biri yapar.

Nitekim hangi tür teknolojinin hangi tür organizasyon yapı ve süreçlerine uygun olacağı ve karşılıklı olarak nasıl bir etkileşim içinde oldukları Durumsallık Yaklaşımının bir sonucu olarak pek çok bilimadamı tarafından araştırılmış ve bu yaklaşıma çok önemli katkılarda bulunulmuştur.

Bu konuda yapılmış en önemli araştırmalardan biri de Joan Woodward'ın İngiltere'de yaptığı çalışmalardır.

 

WOODWARD ARAŞTIRMASI

Teknoloji ve Organizasyonla ilgili ilk en önemli ve ciddi çalışma 1953 yılında İngiliz sosyolog Joan Woodward ve ekibi tarafından yapılan araştırmadır. Araştırmacılar bu çalışmalarında geleneksel yönetim anlayışını test etmek üzere yola çıkmış ve bu yönetimin başarısızlığını ortaya koymuşlardır.

Güneydoğu Essex Teknik Okulu'ndan olan Joan Woodward ve ekibi İngiltere'de kullanılan yönetim ilkelerinin kapsamını incelemek üzere bir dizi çalışma yürütmüşlerdir. Araştırma 1953 yılında başlamış, ancak 1960'ların sonlarına doğru yapılan yeniden-analizlerle (re-analysis) devam etmiştir. Essex bölgesindeki 100 işçiden daha fazla işçisi olan firmaların yaklaşık %91'i ile görüşülmüştür. Görüşülen firmalardan 17 tanesi 1000 civarında işçiye sahipken, 35 tanesi 250'nin altında işçiye sahipti. Şirketlerin üretim alanları değişik olmakla birlikte, elektronik, kimya ve mühendislik firmaları göze çarpmaktaydı.

Çalışmalarının başlarında bir işletmenin yönetim teknikleri ile o işletmenin verimliliği ve büyüklüğü arasında anlamlı, direk bir bağlantı kuramamışlardır. Bu nedenle farklı değişkenleri incelemeye başlamışlar, firmaları üretim tekniklerine ve üretim sistemlerinin karmaşıklığına (kompleksliğine) bağlı olarak sınıflandırmışlar ve sonuç olarak da her gruptaki başarılı firmaların benzer yönetim pratikleri izlediklerini bulmuşlardır.

Woodward ve ekibi araştırma konusu olan işletmelerin kullandıkları üretim yöntem ve süreçlerini, bu süreçlerle çeşitli teçhizat ve donanım arasındaki ilişkilere, süreçlerde yapılan faaliyetlerin tekrarlanan cinsten olup olmadığına ve birbirleri ile ilişkilerine göre gruplamışlar ve bunun sonucu olarak üç ayrı teknolojik düzey belirlemişlerdir.

  1. Birim Üretimi (Küçük partiler halinde)
  2. Kitle Üretimi (Büyük partiler halinde)
  3. Süreç Üretimi

Birim Üretimi:

Müşteri siparişlerine göre yapılan, standartlaştırmayı ortadan kaldıran birim üretim söz konusudur. Üretim için profesyonel işgücüne ihtiyaç vardır. Örneğin bir makina üreticisinin imalatçıların istek ve ihtiyaçlarına göre üretim yapması veya bir terzinin müşterisinin ölçülerine ve tercihlerine göre bir giysi hazırlaması.

Kitle Üretimi:

Birbirine benzer ya da ayrı sayılan ürünlerin aynı anda büyük partiler halinde üretilmesi söz konusudur. Faaliyetler ve kullanılan teçhizat arasındaki ilişkiler az çok belirli ve tekrarlanan cinstendir.

Süreç Üretimi:

Üretim süreklidir. Girdi sabittir, üretim mekanikleşmiştir ve direkt işgücüne ihtiyaç çok azdır. Üretimin durması veya üretime yeniden başlanması hem çok maliyetli hem de zaman alıcıdır. Petrol rafinerileri, elektrik enerjisi üretimi bu teknolojiye iyi birer örnektir.

Bulgular ve Yorumu:

İşletmeler kullandıkları teknolojilere göre bu şekilde sınıflanınca, her teknoloji türü için değişik bir organizasyon yapısının uygun olduğu ortaya çıkmıştır. Woodward, birim teknolojide küçük ve samimi grupların mevcudiyetini, katılmanın yüksek olduğunu, iş ilişkilerinde katılığın olmadığını; kitle üretiminde görevlerin açık-seçik belirlendiğini, emir-komuta-kurmay çalışmasının bulunduğunu; süreç teknolojide ise durumun birim teknolojiye benzediğini belirlemiştir. Ayrıca birim ve süreç üretiminde sözlü haberleşmenin yazılı haberleşmeden daha fazla kullanıldığı kitle üretiminde ise durumun bunun tam tersi olduğu görülmüştür.

Woodward ve ekibi, birim teknoloji kullanan ve en başarılı olan organizasyonların organik, en başarısız olanların da mekanik bir yapıya sahip olduklarını belirlemiştir. Kitle üretiminde ise durum bunun tamamen tersidir. Süreç teknolojisi kullanan ve başarılı olan işletmelerin ise birim üretim gibi organik yapıya sahip olduklarını belirlemiştir. Aşağıdaki şekil bu ilişkiyi göstermektedir.

 

 

 

 


Teknoloji Türü Org. Yapısı Muhtemel Sonuç

Birim Mekanik Başarısızlık

Organik Başarı

Kitle Mekanik Başarı

Organik Başarısızlık

Süreç Mekanik Başarısızlık

Organik Başarı


 

Bunun sebebleri neler olabilir? Birim teknoloji kullanan işletmelerde her şey müşteri isteklerine göre şekillendiğinden ve faaliyetlerin standart olmamasından dolayı personel arası ilişkiler ve haberleşme organik olmak zorundadır. Benzer şekilde, süreç üretimi yapan işletmelerde de kullanılan teknolojinin karmaşıklığı ve otomasyon daha az personeli gerektirmekte, varolan personel de teknik açıdan bilgili ve eğitimli olduğundan çok yakından kontrole gerek kalmamaktadır. Kitle üretiminde ise büyük partiler halinde ve standart bir üretim yapıldığından formal yapı daha uygun olmakta, kişiler arası ilişkiler ve görevler açık seçik belirlenmektedir.

Bu üç üretim biçimi bir sorunu beraberinde getirdi. Örneğin, özel bir bilgisayar üretiminde hangi teknoloji kullanılacaktı? Üretim aşamasında kitle üretimi fakat tasarım ve geliştirme aşamasında ise birim üretime güvenilmekteydi. Bu nedenle bu alanda çalışmalar yapan Hull ve Colins, Woodward'ın kullandığı teknoloji türlerine bir yenisini daha eklemişlerdir. Bu yeni teknoloji kitle üretimi teknolojisini geleneksel kitle üretimi ve teknik kitle üretimi olarak ikiye ayırmıştır.

Geleneksel Kitle Üretimi:

Yapı içinde yüksek düzeyde bilgi gerektirmeyen işleri kapsar. Örneğin, terzilik.

Teknik Kitle Üretimi:

Profesyonellik ve yüksek düzeyde bilgi gerektirir. Örneğin, uzay aracı üretmek. Woodward'ın üretim sistemlerinin gözden geçirilmiş, yenilik getirici çalışmaları:

 

 

 

 

Teknik Üretim Kitle Üretim

**Elektronik ürünler** **Petrokimya Makinaları**

üretim: bilgisayar destekli üretim:makinalaşmış, bazen bilgisayar kontrolü

personel: profesyonel, teknik uzmanlık personel: vasıflı, çoğunlukla mühendis

yapı: esnek yapı: karmaşık, bürokratik

yenilik getirici çalışmalar: yüksek düzeyde yenilik getirici çalışmalar: yüksek düzeyde

bilgi düzeyi: yüksek bilgi düzeyi: yüksek


Geleneksel Üretim Birim Üretim

**Terzi, ressam** **Karbürator Montajı**

üretim: geleneksel (non-automated) üretim: otomasyon, tekrarlanan

personel: vasıflı veya vasıfsız personel: vasıflı veya vasıfsız

yapı: basit yapı: mekanik, bürokratik

yenilik getirici çalışmalar: düşük düzeyde yenilik getirici çalışmalar: orta düzeyde

bilgi düzeyi: düşük bilgi düzeyi: düşük

 

Yönetim modeli kullanılan tekniklerin farklılığına göre değişkenlik gösterir. Ekonomik başarı, üretimin değişik tekniklerinin doğasındaki özel yollarla ortaya çıkan yönetim teknikleriyle belirlenir. Daha özel olarak, Woodward'ın bulduğu, hiyerarşi içindeki basamakların ve yönetici sayısının, saatle çalışan personele olan oranının kullanılan üretim tekniklerine bağlı olarak değiştiğidir.

Woodward, performans, organizasyonel yapı ve teknoloji arasında güçlü bir ilişki olduğunu savunmuştur. Birim ve süreç üretimi yapan yüksek performanslı organizasyonlar Neoklasik karakteristiklerini, kitle üretimi yapan yüksek performanslı organizasyonlar ise Klasik yaklaşımın karakteristiklerini taşımaktadırlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

Birim ve Süreç Üretim teknolojisi ve Organizasyonel düzenleme:

Teknoloji

*Birim

*Süreç

 

İş Düzenlemesi Organizasyonel Düzenleme

*Düşük Uzmanlaşma *Az Karmaşık


*Yüksek Derinlik *Düşük Formalizasyon

*Yüksek Genişlik *Düşük Merkezileşme

Bu iki tür üretim karmaşık işleri gerektirdiği için neoklasik yaklaşımın organizasyonel yapısı doğrultusunda yönetilmelidir. Her iki teknoloji de düşük uzmanlaşma fakat yüksek bilgi düzeyi gerektirmektedir.

Temelde çalışanlar bu teknolojilerin kullanımında yeterince özgür ve sağduyulu olmalıdır. Kitle üretiminde ise böyle bir özgürlük yoktur ve sadece Klasik organizasyonun düzenlemeleri duruma uygun gelmektedir.

Kitle Üretim Teknolojisi ve Organizasyonel Düzenleme:

Teknoloji

*Kitle üretimi

İş Düzenlemesi Organizasyonel Düzenleme


*
Yüksek Uzmanlaşma *Yüksek Karmaşıklık

*Düşük Derinlik *Yüksek Formalizasyon

*Düşük Genişlik *Yüksek Merkezileşme

Woodward Teknik Karmaşıklık Sınıflandırmasını kullanarak organizasyonel karakteristiklerle bağlantılar bulmuştur:

  1. Teknik karmaşıklığın artmasıyla birinci kademe yöneticilerin kontrol alanlarının, yönetim basamaklarının sayısının ve direk işçilik-yönetici sayısı oranının etkilendiği görülmüştür.
  2. Teknik karmaşıklık ile ilk kademe yönetici kontrol alanı ve yönetim şekli arasında ters bir ilişki vardır. Birim üretim ile Süreç üretimi benzer olarak daha dar bir kontrol alanına ve organik yönetim şekline sahiptir. Kitle üretimi ise geniş bir kontrol alanına ve katı-mekanik yönetim şekline sahiptir.
  3. Belirli teknoloji kategorileri içindeki başarılı firmalar benzer karakteristiklere sahiptir. Daha az başarılı firmalar medyandan daha çok sapan organizasyon karakteristiklerine sahiptir.
  4. Firmanın büyüklüğüyle (sahip olduğu işçi sayısı) teknik karmaşıklık ve organizasyon karakteristikleri arasında bir ilişki yoktur.

Woodward başarılı firmaların, aynı üretim süreç kategorisine sahip ortalama firmalarla benzer yapıya sahip olduğunu bulmuştur. Bu durum şunu ifade etmektedir: özel üretim süreçleri yönetime çeşitli ekonomik yükler, zorluklar getirmekte, bu da uzun dönemde onların organizasyon yapılarını teknolojilerine adapte etme zorunluluğunu doğurmaktadır. Yapı teknolojiyi karşılamadığı zaman, başarısızlığa yol açan pek çok ilave maliyete katlanmak gerekmektedir. Yani teknoloji, bir organizasyonda yapıyı belirleyen en temel unsurdur.

Teknolojinin organizasyonu belirlediği söylense de, gerçekte birebir doğru olamamakta, farklılıklar görünmektedir. Bunun en önemli sebebi, her firmanın kullandığı teknolojiye uygun bir yapı oluşturmamasıdır. Teknolojinin gerektirdiği yapının dışında, farklı oluşumlar söz konusu olabilmektedir. Bu noktada yönetim kademesinin teknolojik dayatmalar ve örgütsel yapı arasındaki tercihleri ve bilgisi etkin olmaktadır.

Bütün bu çalışmaların birleştiği nokta şudur: teknoloji organizasyonları anlamada çok önemli bir unsurdur.

ASTON ÇALIŞMALARI

Teknoloji ile organizasyon yapısı arasındaki ilişkileri inceleyen en önemli çalışmalardan biri de yine İngiltere'de, Aston Grubu olarak adlandırılan Derek Pugh başkanlığında bir grup bilim adamı tarafından yapılan araştırmadır.

Aston Grubu esas olarak organizasyon yapısının temel boyutlarını araştırmışlardır. Çalışmanın bir parçası olarak organizasyon yapısını ve fonksiyonlarını etkilemede önemli olabilecek faktörleri ölçmeye çalışmıştır. Yaklaşımları, teknolojiyle yapı arasında bir ilişki olduğu yönündedir fakat aynı zamanda büyüklük gibi başka etmenleri de dikkate almışlardır.

Aston Grubu teknolojiyi üç başlık altında sınıflandırmıştır:

  1. Operasyon Teknolojisi: İş akışında (ürünlerin üretimi ve dağıtımında) kullanılan teknoloji.
  2. Materyal Teknolojisi: İş akışında kullanılan materyallerin (örn: hammadde) karakteristikleri.
  3. Bilgi Teknolojisi: İş akışında kullanılan bilgi düzeylerinin karakteristikleri.

Aston Grubu bu noktada Woodward'dan ayrılmaktadır. Woodward teknolojiyi tüm organizasyonu etkileyen ve ilgilendiren genel bir faktör olarak tanımlarken, Aston Grubu organizasyon içindeki alt-sistemlerde varolan birim teknolojilerden bahsetmiştir. Aston Grubu bir organizasyondaki bütün teknolojileri "iş akışı entegrasyonu" adında bütünsel bir form altında toplamıştır. İş akışı entegrasyonu, bir firmanın diğer amaçlarına adapte edilebilir, ölçülebilir, bağımsız ve otomatikleşmiş faktörlerinden oluşmaktadır. Yani, Aston gurubu sadece üretim teknolojisiyle değil, organizasyonun bütün aşamalarında kullanılan teknoloji ile ilgilenmiştir.

Grup,organizasyonda üç temel boyut olduğunu söylemiştir:

  1. Faaliyetlerin yapılandırılması: Personel davranışı, formal ve yazılı iş yapma yöntem ve rutinin belirlenmesi, iş bölümü vb. gibi unsurları içerir.
  2. Otoritenin yoğunlaşması: Karar verme yetkisinin nasıl ve hangi kademelerde kullanıldığını içerir.
  3. İş akışının kontrolü: İş akışının nasıl yapıldığıyla ilgilidir.

Aston Grubu'nun elde ettiği sonuçlar, bazı açılardan Woodward'u desteklemekte, bazı açılardan da onunla çelişmektedir.

Bulgulardan biri; birimlerin kullandığı teknoloji (iş akışı) ne kadar otomasyona yönelmişse, iş akışının sırası ve yönü ne kadar belirlenmişse, organizasyon o kadar mekanik ve standartlaşmış bir yapıya sahiptir. Bu sonuç Woodward araştırmasını destekler niteliktedir.

Ancak Aston Grubu aynı zamanda diğer faktörlerin yapısal değişiklikleri teknolojiden daha iyi açıkladığını ifade etmişler, teknolojiyle yapı arasında sağlam bir ilişki olmadığını, teknolojinin etkilerinin organizasyonun boyutları tarafından bastırılabildiğini söylemişlerdir. Teknolojik değişkenlerin sadece iş akışının merkezindeki yapısal değişkenlerle ilgili olduğunu, organizasyon yapısı küçüldükçe, teknolojinin etkilerinin arttığını iddia etmişlerdir. Grup, teknolojinin yapıyı kesin olarak belirlediğini söyleyen "teknolojik zorunluluk" kavramına karşı çıkmaktadır.

Yine Woodward'dan farklı olarak Aston Grubu'nun ifade ettiği en önemli sonuçlardan biri de teknolojinin yanı sıra organizasyonun büyüklüğü ile yapısı arasında da dikkate değer ilişkiler mevcuttur. Aston Grubu, çalışan personel sayısı anlamında büyüklük arttıkça, organizasyonda formalleşme ve standartlaşmanın da arttığını belirlemiştir. Ayrıca büyüklük arttıkça yapı üzerinde teknolojinin etkilerinin azaldığını, daha önemli başka değişkenlerin baskın hale geldiğini ifade etmişlerdir.

Sonuç olarak, Aston Grubu'na göre yönetimin temel aktiviteleri ve yapısal çerçevesi, firmanın üretimde kullandığı teknoloji tarafından çok kesin ve birebir şekilde etkilenmemektedir. Böylece, Aston Grubu'nda teknolojik zorunluluk tezi şüpheli hale gelmektedir. Ancak yine de onların çalışmasından da çıkan en temel sonuç, teknolojinin zorunlu bir belirleyici olmamasına rağmen, özellikle küçük üretim firmalarında büyük etkiye sahiptir ve üretim süreçlerine göre sınıflandırmalar yapılabilir.

PERROW ÇALIŞMASI

Perrow, teknolojiyi salt otomasyon olarak ifade etmenin dar penceresinden genel bir organizasyon teorisi inşa etmenin zorluklarını görerek, daha genel bir tanımlama önermiştir. Ona göre teknoloji şu şekilde düşünülebilir:

"Bir nesne-obje üzerinde çeşitli değişiklikler meydana getirmek üzere, araçlar ve mekanik aygıtlar kullanarak ya da kullanmadan kişilerin yaptığı etkinliklerdir. Bu "obje" veya "hammadde", bir yaşam tarzı, bir insan veya başka herhangi bir şey, bir sembol ya da cansız bir nesne olabilir."

Bu bakış açısı "problem çözme etkinlikleri" üzerinde yoğunlaşmaktadır, mekanik olsun ya da olmasın ya da hangi tür hammadde kullanılırsın kullanılsın. Bu da organizasyonun her tipine uyabilen bir tanım olmasını sağlamaktadır.

Perrow'a göre bir organizasyonda amaçları gerçekleştirmek için yapılan işler iki ana grupta toplanır: Rutin işler, Rutin olmayan işler.

Rutin işler, tam olarak bilinen tekniklerin genellikle aynı tür inputlara uygulandığı, metod ve teknikler konusunda belirsizliğin pek az olduğu işlerdir.

Rutin olmaya işler ise pek az bilinen teknik ve metodun bulunduğu, mevcut teknik ve metodların başarılı olup olmayacağının da belirsiz olduğu, inputların standart olmadığı durumları ifade eder.

Perrow bu ikili sınıflamaya iki boyut daha ekleyerek bir matriks haline getirmiştir. Bu matrikste çeşitli işlerde analiz yapmanın gerekip gerekmediği belirlenmiştir.

İŞ ÇEŞİTLİLİĞİ



Az İstisnalı Çok İstisnalı

İyi tanımlanmış

Programlanabilir Rutin Mühendislik

görevler


İyi tanımlanmamış

Programlanamayan Sanat Rutin Olmayan

görevler


Buna göre her kategorideki firma değişik sorunlarla yüzyüze gelecek ve farklı teknolojiler kullanarak, farklı organizasyon yapıları oluşturacaktır. Örneğin, bir firma bildiği problem çözme tekniklerinde az istisnaya sahipse, yani nasıl süreçler ve metodlar kullanacağını biliyorsa, rutin teknoloji kullanacak ve bürokratik organizasyon yapısı daha uygun olacaktır. Mesela kamu kurumları buna bir örnektir. Bunun yanında bir sanatkarın kullandığı teknoloji de az istisnalı fakat iyi tanımlanamayan, programlanamayan niteliktedir.

Perrow ayrıca firmaların "teknolojileri ile yapıları arasındaki uyumu maksimuma çıkarmaya çalıştıklarını" ifade etmiştir.

 

 

 

 

 

THOMPSON ÇALIŞMALARI

Organizasyon yapıları ile teknoloji arasındaki ilişkiler konusunda diğer bir önemli çalışma J. Thompson'ın geliştirdiği ve organizasyonların kullandığı teknolojileri üç temel grupta sınıflayan çalışmadır. Thompson'a göre kullanılan teknoloji organizasyon yapısını belirleyen önemli bir unsurdur. Thompson'ın teknoloji tanımının ağırlık noktası teknolojinin öngördüğü karşılıklı bağımlılık ve faaliyetlerin koordinasyonu ile kontrolüdür.

Bu teknolojiler:

  1. Bağlı Teknolojiler (Long-linked): Standart ürünlerin üretilmesinde faaliyetlerin birbirini takip eden bir teknolojiyi izlemesidir. Faaliyetler birbirlerine sıralı-karşılıklı bağlıdır. Kitle üretiminde olduğu gibi planlama ve denetleme çok önemlidir. Değişen isteklere fazla uyumlu değildir. Örneğin, Bakırköy PTT şubesinde bir işlemin yapılabilmesi için önce Bahçelievler PTT şubesindeki işlemlerin yapılmış olması şarttır.
  2. Çözümleyici Teknoloji (mediating): Bu teknolojide birbirinden bağımsız birimler birbirlerine çeşitli işlemlerle bağlanmaktadır. Örneğin, ticari bankaların tasaruf ve yatırım yapanları kredi verenlerle birbirlerine bağlaması. Bu teknolojide sonuçlar bir takım yöntem ve kurallar arasından geçerek elde edilmektedir. Yani bürokratik bir yapı söz konusudur. Çeşitli isteklere uyumludur.
  3. Yoğun Teknoloji (Intensive): Bu teknolojide yapılan işlemlerde kullanılan teknikler karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdırlar. Burada nesne geri bildirim yoluyla kendisine en uygun tekniğin hangisi olduğunu göstermektedir. Örneğin, hastaneye yatan hastaların her birinin teşhis edilen bulgulara göre farklı muamelelere ihtiyaçları vardır. Organizasyon yapısında birimler arası yardımlaşma, haberleşme oldukça yüksektir ve birimler esnek bir yapıya sahiptir.

 

 

 

 

 

       

Karakteristikleri

 

Teknoloji Türleri

Örnek

Bağlılık

Koordinasyon Temelleri

Esneklik

İletişim

Çözümleyici

Banka

Düşük

Kurallar, standart prosedürler, denetim.

Orta

Düşük

Bağlı

Montaj

Orta

Planlama ve denetim

Düşük

Orta

Yoğun

Hastane

Yüksek

İşbirliği ve karşılıklı uyum

Yüksek

Yüksek

Çözümleyici: Bağlı: Yoğun:







A
B C A B C A B C

 

Bu sınıflaması ile organizasyonun en önemli fonksiyonunun kontrolü ve koordinasyonu sağlamak olarak kabul eden Thompson, kullanılan teknolojinin bu hususları nasıl etkileyeceğini göstermiştir.

TAVİSTOCK ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMALARI

Bu araştırma İngiltere'de Tavistock Enstitüsü'nden Eric Trist ve K.W. Bamford tarafından yürütülmüştür. Kömür ocaklarında yapılan bu araştırmayla kömür çıkarmada uygulanan teçhizat ve yöntem değişikliğinin işçiler üzerindeki etkileri belirlenmeye çalışılmıştır.

Araştırmanın yapıldığı kömür ocaklarında eski sistemde 2-8 arasında değişen işçilerden oluşan gruplar halinde çalışılmaktaydı. Bu küçük grup üyeleri arasında ileri derecede bir dayanışma ve işbirliği mevcuttu. Her grubun bölgesi belirlenmişti. Bu bölgedeki kömürün çıkarılıp, vagonlara yüklenmesi ve taşınmasından belli bir grup sorumluydu. Eski yönteme "shortwall" adı verilmekteydi. Grup ilişkileri ve grup üyeleri arasındaki dayanışma iş haricinde de sürdürülüyordu.

Kömür damarlarının çeşitli kalınlıkta olması nedeniyle, kömür çıkarma işleminde değişiklik yapılması uygun görüldü. Shortwall yönteminden "longwall" yöntemi adı verilen yeni bir çalışma yöntemine geçildi. Bu yeni teknolojik gelişme ile taşıma konveyörlerle (yürüyen bant) yapılmaya başlandı. Yeni düzen işçiler arasında gruplaşmaları engelledi ve işçilerin toplum içindeki statülerinin değişmesine yol açtı. Bütün bunlar haberleşmeyi ve koordinasyonu aksattı. Duygusal gerilimlere yol açtığı gibi işin miktar ve kalitesini de etkiledi.

Bu değişiklikler işçiler arasında devamsızlıkların artmasından yeni sistemin dayandığı ilkelerin eleştirilmesi hatta çiğnenmesine kadar çeşitli tepkiler yaratmıştır. Bu tepkilerin hafifletilmesi için organizasyonda çeşitli değişiklikler yapılmış ve yeni teknolojiye uygun yeni bir sosyal sistem, dolayısıyla yeni bir sosyo-teknik sistem oluşturulmuştur. Yeni sistem, ne teknolojik bekleyişleri tam olarak gerçekleştirmiş ne de sosyal sistemin bekleyişlerini gerçekleştirmişlerdir. Ancak orta bir yol olarak hem teknoloji sistemin hem de sosyal sistemin daha etkin olmalarını sağlamıştır.

Bu çalışmanın en önemli yanı, bağımsız ve çevresel bir değişken olan teknoloji ile bağlı bir yönetimsel değişken olan organizasyon yapısının belirlenmesi arasındaki ilişkileri göstermesidir.

Ayrıca Tavistock Araştırması, teknolojik değişikliklerin, işçilerin sosyal ilişkilerinde nasıl değişikliklere yol açtığı ve biçimsel olmayan örgütün oluşmasını nasıl engelleyebildiğini ortaya koyması açısından oldukça önemli bir yere sahiptir.

YORUMLAR VE SONUÇ

Organizasyon üzerine yapılan çalışmalarda genellikle duyulan inanç, kullanılan üretim tekniklerinin yani teknolojinin organizasyonlar arasındaki farklılıkları açıklayabilen çok önemli ve vazgeçilmez bir kavram olduğu yönündeydi. Fakat acaba girdileri çıktılara dönüştürmek için kullanılan teknik işlemler bir organizasyonun yapısını ve süreçlerini kesin ve direk olarak belirleyebilir mi? Daha mantıklı olan yanıt büyük olasılıkla "hayır" olacaktır.

Teknolojinin organizasyon yapısının çeşitli yönleri ile ilişkili olduğu görülmektedir, özellikle de biçimiyle. Ayrıca çeşitli çalışmalarda teknolojinin karmaşıklık, kontrol ve merkezkaçlık gibi faktörlerle de ilişkisi ortaya konmuştur. Fakat teknolojinin etkisi tamamen göründüğü gibi olmayabilir. Teknolojiyi kesin bir zorunluluk olarak gören anlayışın pek az destekçisi vardır. Teknoloji, yapıyı dikte eder görünmemektedir. Teknolojinin organizasyonun bütün boyutlarıyla direk bir ilişkisi yoktur, hatta bazılarıyla hiç ilişkisi de bulunmayabilir.

Üzerinde durduğumuz çalışmaların pek çoğu, hakim olan üretim sürecinin mekanikliğinin veya otomasyonunun kapsamı, büyüklüğü konusunda yoğunlaşmıştır. Oysa, organizasyonlar birden fazla teknoloji kullanabilirler. Bu özellikle Perrow ve Thompson'da açıktır. Sadece baskın olan teknolojide veya sadece makinalarda yoğunlaşma, teknolojinin önemini gözden kaçırmaya neden olabilir.

Teknolojiye daha ılımlı yaklaşan başka görüşler de vardır. Bunlar teknolojinin kendisinin çok fazla direk bir etkiye sahip olmadığını fakat diğer değişkenlerle yapı arasındaki ilişkileri değiştirdiğini ifade ederler.

Bazı çalışmalar "iş akışı entegrasyonunun", büyüklüğün etkisi arttıkça, üretici firmalarda hizmet firmalarına göre daha az etkiye sahip olduğunu belirtmişlerdir. Bu, şu anlama gelebilir; bir kere makinalaşmada doğru bir seviye bulununca, teknoloji uzun boylu etkili olmamakta, örneğin büyüklük gibi başka değişkenler daha önemli hale gelmektedir. Benzer bir şekilde, Woodward'ın ve Thompson'ın teknolojik sınıflandırmalarının niteliksel olarak birbirinden farklı olduğunu söyleyebiliriz. Büyüklük, otonomi gibi değişkenlerin etkileri bize teknolojiye göre olan farklılıkları ve yapının teknolojinin direk bir sonucu olmadığını gösterebilir.

Başka bir nokta, teknolojik zorunluluk üzerine yapılmış çalışmaların sayısı, diğer değişkenler ile yapı arasındaki ilişkinin daha güçlü olduğunu ifade eden çalışmalardan sonra artmıştır. Ve bu çalışmalarda teknoloji dışındaki başka değişkenlere yer verilmemiştir, sonuç olarak biz bu bulguların diğer faktörlerle daha iyi açıklanıp açıklanamayacağını bilemiyoruz.

Bir iddiaya göre, teknoloji tarafından belirlenen bir yapının, büyüklük tarafından belirlenen bir yapıya göre daha güçlü olduğu teorik olarak açıklanabilir. Öyleyse teknoloji büyüklükten önce gelir ve büyüklük de yapıyı izler, yalnızca teknoloji mantıksal olarak yapıya yol açar. Tabii ki bu iddia, yalnızca olayların doğru sıralanışını kapsar. Öte yandan olayların gerçekte izlediği sıralanışı bilemeyiz. Bu durumda bu tartışma sürer; hangisi önce gelir, büyüklük mü, teknoloji mi? Pek çok organizasyon geliştiği, büyüdüğü, battığı ve zaman içinde değiştiği için bu tartışma sık sık konu dışı kalır. Ürün seçimi, rekabet, tahmin edilen talep, uygun kaynaklar ve benzeri etkenlerin hepsinin birden operasyonların derecesi ve teknoloji üzerinde belki eş zamanlı eşit etkileri olabilir.

Bir firma sonraki döneminde, benzer faktörlerin gerekli kıldığı strateji değişikliklerini bulabilir, ve operasyonların derecesini arttırabilir, ürün hattını özelleştirebilir daha katı bir teknolojiye yönelebilir. Bizim çalışmalarımızda, yöneticilerin kendi tercihlerini yaparken nasıl sınırlandırıldıkları konusunda elimizde pek fazla şey yoktur. Bu teknoloji/zorunluluk perspektifi için anahtar bir tartışmadır. Eğer yöneticilerin teknoloji ne olursa olsun hatırı sayılır ölçüde çok seçenekleri varsa o zaman zorunluluk argümanı için basit bir temel vardır.

İronik bir şekilde en teorik model Perrow ve Thompson tarafından geliştirilmiştir. Fakat deneysel test için en az sayıda konuları vardır. Mevcut araştırmaların çoğu teknolojinin yapıyı nasıl ve neden etkilediğini apaçık gösteren modellerin ışığında yapılmamıştır. Perrow ve Thompson'ın her ikisinin de buna niyetlenmelerine rağmen onların modellerinin doğruluğu için doğrudan kanıtlar gösterilemez. Teknolojiyi daha teorik ya da daha deneysel olarak kanıtlamaya karar vermek çok zordur. Bizce teknolojinin önemini kanıtlamak deneysel olmaktan daha çok teoriktir.

Temel çalışmalar arasında bir kıyaslama yapmak, tanımlar, ölçümler ve organizasyon örnekleri ve enformasyonun analiz ediliş yolları arasındaki farklılıklar nedeniyle çok kolay değildir.

Araştırmacılar arasında teknolojinin tanımı konusunda, ve bunun nasıl ölçüleceği konusunda oldukça fazla görüş ayrılığı vardır. Bu çalışmaların karşılaştırılmasını zorlaştırmaktadır.

Ayrıca, çalışmalar değişik örnekler üzerinde yapılmışsa da üretim firmaları ağır basmaktadır. Bu da genel bir bakış açısını etkileyebilir.

Bir başka önemli nokta, firmaların aynı anda farklı teknolojiler kullanabileceğidir. Bir çok araştırma tüm organizasyonda sürekliliğe sahip teknoloji üzerinde durmuştur. Oysa teknoloji kalitatif farklılıklar gösterir ve organizasyon baskın olan teknolojiler kapsamında sınıflandırılırsa yapı üzerindeki diğer faktörlerin etkinliği gözden kaçabilir, ihmal edilebilir.

Sonuç:

Durumsallık yaklaşımının ana fikri, bir organizasyonun yapı ve süreçlerini belirleyen unsurların, organizasyonun kullandığı teknoloji ile organizasyonun ilişkili olduğu çevresel unsurlar olduğudur. En iyi ve uygun organizasyon yapısına, sadece belirli organizasyon prensiplerini uygulamakla değil, fakat bu ilkeleri teknoloji ve çevre değişkenleri ile ilgilendirerek durumun özelliklerine göre uygulamakala elde edebiliriz. Organizasyon içi faktörler bağımlı değişken, teknoloji ve çevresel unsurlar bağımsız değişkenlerdir.

Durumsallık yaklaşımı, Klasik yaklaşımdan farklı olarak açık sistem modelini temel alır. Yani organizasyon dışsal unsurlarla sürekli etkileşim içerisindedir ve kaynaklarının bir kısmını bu amaçlar için kullanır.

Durumsallık yaklaşımı sürekli değişen çevre koşullarına ayak uydurabilmek ve tüm dünyada yer edinebilmek için Klasik yönetim teorilerinden sonra çok önemli bir gelişme olmuştur. Baş kısımda da belirttiğimiz gibi özellikle teknoloji alanında inanılmaz değişim ve gelişmeler yaşanmakta, toplumların değer yargıları, devletlerin özellikleri sürekli değişmektedir. Küresel dünyada yer almak isteyen bir organizasyonun bunlara seyirci kalması ve kendi bildiği yolda ilerlemesi epey zordur. Faaliyet gösterdiği alana, ülkeye, çalıştırdığı işgücünün niteliğine ve kullandığı teknoloji düzeyine göre organizasyon yapısını belirlemek, içinde bulunduğu şartlar nasıl gerektiriyorsa o şekilde kendini oluşturmak zorundadır. Görüldüğü gibi teknoloji de bu değişkenler içinde çok önemli ve farklı bir yere sahiptir. Tüm bu araştırmalardan çıkarabileceğimiz genel sonuç, teknolojinin organizasyon yapısı üzerinde çok kesin bir zorunluluk olmasa bile, asla gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir etken olduğudur.